Hayat Ölümcül Bir Hastalık Gibi...


Bir Eğitim Seminerinden;
-Arkadaşlar aranızda ölümcül hastalığı olan var mı ?

+Allah'a şükür hocam bildiğimiz kadarıyla yok.
-Ne güzel! Peki ya istisnasız tüm insanların yani 6 milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?
Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar:
+Ölüm.
-Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğumda tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir ama bundan sonra gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Diğer hiç biri insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?
Katılımcılar burada sessizce başlarıyla onaylamaya başlar. 
-Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktı. Peki ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
+Hayır.
-Şu saniye içinde olma olasılığı var mı?
+Var.
-Yarın?
+Evet.
-30 yıl sonra?
+Olabilir.
-Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?
Sınıf sessizce dinlemeye devam eder.Çünkü genellikle yaşama hiç böyle bakmamışlardır.
-Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir garanti?
+Yoktur hocam.
-Peki nereden biliyoruz, az sonra telefonumuzun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?
Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlar. 
+Hocam bu konuyu değiştirsek?
-Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?
+Kesinlikle çok farklı geçerdi hocam.
-Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma ya da gerginlik konusu yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona yüreğinizin taa derinliklerinden gelen bir ''seni gerçekten çok seviyorum'' demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?
Burada bazı katılımcıların ağladığı olur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.
-Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde ''şimdi kalbini kırdım ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim'' diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz? Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı?
/ALINTIDIR/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Papatya Falının Son Yaprağı

gülmekten ölmek

Düşüyorum